İnanılmaz bir hız ile değişen bir dünyada yaşıyoruz. 1943-de IBM-in eski CEO-sunun “Dünya-da ancak beş adet bilgisayar için pazar olabilir” sözünden yaklaşık olarak yetmiş yıl sonra baktığımız zaman mevcut durumda bunun tam aksine bir gelişme olduğunu görmekteyiz. Teknoloji ortalama her on sekiz ayda bir kendini ikiye katlamakta (moore law) ve elektronik / iletişim sektöründeki gelişimler tüketici alışkanlıklarını tamamen değiştirmektedir.
18.Yüzyılın son çeyreğinde buhar makinesinden güç üretilmesi ile başlayan endüstri devrimini (Endüstri 1.0), 20.Yüzyılın başlarında Henry Ford-un ilk seri üretim hatlarını kurması ile başlayan süreç takip etti (Endüstri 2.0). O dönemde üretim batlarında tek ve sadece siyah bir modelin (Model T) üretimi oluyor ve müşteriler seçme özgürlüğüne pek sahip değildi. Zamanla gelişen rekabet ve değişen müşteri beklentileri sonucunda üretim sistemleri de gelişti ve 1950-lerden sonra kısmi olarak üretim süreçlerinde endüstriyel otomasyon sistemleri kullanılmaya başlandı (Endüstri 3.0). Özellikle PLC, DCS gibi sistemlerin yaygın bir şekilde kullanılması bilgisayar destekli / kontrollü üretim sistemlerinin gelişmesine oldukça katkı sağlamıştır. Bu sayede üretim süreçleri eskiye oranlarla daha hızlı, basit olduğu gibi ürünler de standart olarak (aynı kalite, aynı hız, vs.,) üretilmeye başlandı. Günümüze kadar bu süreç artan bir seyir ile devam etti ve özellikle mikro elektronik sektöründeki gelişmelerin sonucu olarak daha önceleri kısmen maliyetli olan ve genelde endüstriyel alanlarda kullanılmakta olan sensor ve iletişim teknolojileri giderek artan bir şekilde bireylerin gündelik yaşamlarında kullanılmaya başlamıştır. Bu gelişmeler bireysel ve profesyonel anlamda tüm alışkanlıkları değiştirmiştir ve endüstri 4.0 denilen nesnelerin interneti kavramını ortaya çıkarmıştır. Internet ve mikro elektronik alanındaki gelişmeler neticesinde artık nesneler çevrelerini algılayabiliyor, ileri seviye yazılımlar ile algıladıkları verilerden anlamlı bilgiler çıkarabiliyorlar. Bireysel mobil ekipmanları olan müşteriler yeni teknolojiler sayesinde sipariş verme, sipariş takip etme gibi konular basta olmak üzere lojistik süreçlerinde doğrudan yer almaktadırlar. Bunun doğal getirisi olarak mobilite, iş yapış standartlarında önemli değişiklikler olmaya başlamakla birlikte artık firmalar bu değişimi bir rekabet unsuru olarak görmektedirler.
Bu gelişmelerin paralelinde üretim süreçlerinde de ciddi değişimler meydana gelmektedir. Akıllı telefonlar, tablet bilgisayarlar ve giyilebilir akıllı cihazlar üzerlerinde taşıdıkları sensörler sayesinde her geçen gün gerek üretim gerekse lojistik süreçlerinde giderek artan bir oranda uygulama alanı bulmaktadırlar. Bilgi transferi, yönlendirme, karar verme, gerçek zamanlı süreç takibi gibi destek fonksiyonlarının giderek daha da ucuza mal edilen sensörler ve geliştirilmiş yazılım uygulamaları aracılığı ile yapılabiliyor olması özellikle hız, kalite ve maliyet anlamında firmalara önemli avantajlar sağlamaktadır. 1990-ların başında 2G konsepti ile ortaya çıkan mobil telefonlar ile sadece ses ve mesaj iletişimi kurabiliyorken, 3G sayesinde GPS üzerinde pozisyon belirleme ve data transferi gündelik yaşantımızın bir parçası oldu. Bu günlerde 4G-nin gelişmeye başlaması ile birlikte video konferans, 3D grafikler ve sensor teknolojilerinin mobil ekipmanlar girmesi ile birlikte bir çok şeyi ölçmeye, islerimizi mobil cihazlar üzerinden yapmaya başladık. Akıllı telefon ve tablet bilgisayarlar bugün bir çok alanda uygulama alanı bulmaktadır ve giderek artan bir oranda tedarik zinciri sürecinin önemli bir parçası olmaktadır. fiimdilerde ise 4.5 G yi konuşuyoruz.
Kısaca; Dünya önce Atölye düzeninden, Fabrika düzenine geçiş yapmış ve şimdilerde de Fabrika düzeninden Akıllı Fabrikalara doğru bir geçiş sürecindedir.
Peki biz acaba şu an ne durudayız ? Özellikle KOBİ-lerimiz üretim süreçlerini nasıl yönetiyorlar ? Endüstri 4.0-ın konuşulduğu (akıllı fabrikalar) dönemde bir acaba ne durumdayız?
Stratejik plan denildiğince birçoğumuzun aklına ilk olarak büyüme ve büyümek denildiğinde de ekipman yatırımı gelir. Yani ürün / üretim sayısını artırma yönündeki planlar genelde stratejik planların aslını oluşturur bizde. Patronlar ilk olarak ne kadar para yatıracaklarını ve bu paranın ne zaman geri döneceğinin hesabını sorarak stratejik kararları onaylarlar (ROI, IRR). Bir bakıma finansal olarak hesaplanamayan bir yatırım, gerçekte ölü yatırım gibidir bir çoğu için. O nedenledir ki bir çok firmada halen ERP gibi temel yazılımlar bile henüz mevcut değilken, üretim sahasında klasik yöntemler ile süreçleri yönetilen modern ekipman parkurları mevcuttur. Bir başka ifade ile modern görünümlü atölyeler…
Hiç bir muhasebe sistemi gizli kayıpları ya da fırsat maliyeti kayıplarını ölçemez.
• Yetkin olmayan bir personel (konusunda eğitimsiz) ile yetkin olan personel (konusunda eğitimli) arasındaki iş sonuçlarının finansal etkisi nedir?
• Mavi yaka sirkülasyonunun 15% olduğu bir işletmenin gerçek finansal kaybı nedir?
• Ürün geliştirme sürecindeki 1 günlük kısalmanın, ürün hayat eğrisine ya da firma karlılığına gerçek finansal katkısı nedir?
• İyi bir bakım sistemi ile iyi olmayan bir bakım sistemi arasındaki gerçek finansal kayıp nedir?
• Sistem olmadığı için manuel takip edilen malzeme seviyelerinde, bir atlama sonucu eksik malzeme oluşması ve ürünlerin müşteriye sevk edilememesinin gerçek finansal maliyeti nedir?
• Müşterilerin on-line sistem yerine halen telefon ya da fax ile sipariş geçmesi nedeni ile oluşan sipariş kayıplarının gerçek finansal karşılığı nedir?
• Talep tahminle hatası sonucu gereğinden fazla üretim yaparak stokların şişmesi ve bu üretim yerine başka üretimlerin yapılamaması sonucu kaybedilen fırsat maliyetinin finansal karşılığı nedir?
• Fabrika mühendislerinin süreç ve sistem eksiklikleri sonucu, önemsiz işlere çok fazla efor harcamaları (planlama süreci, üretim raporlarını sahadan alma süreci, vs.,) sonucunda iyileştirme yapmaya fırsatlarının kalmaması sonucu oluşan kayıpların gerçek finansal maliyeti nedir?
Bu gibi örnekler daha da çoğaltılabilir. Aslında bu durum bizim KOBİ-lerimizin yani atölyelerimizin mevcut durumudur. Üretme yeteneği yerine ürüne odaklanmanın doğal bir sonucu olarak devasa atölyelerimiz var ancak süreç, sistem, yetkinlik anlamında maalesef halen Endüstri 2.0 ile Endüstri 3.0 arasında bir yerlerdeyiz.
Rekabetçi olabilmenin koşulları hız, kalite ve maliyetten geçiyor. Bunlar için elbette kapasite artırıcı ekipmanlara ihtiyaç var ancak öncelik hiç bir zaman bu olmamalıdır. Standardın olmadığı bir yerde kalite iyileştirilemez, kalitenin iyileşmediği bir ortamda da volüme artışı olamaz. Maliyet azaltımı ise ancak bu üç bileşenin sırası ile tesis edilmesi akabinde gelebilir.
Bu bağlamda, zaten geride olduğumuz Endüstri devriminde olabildiğince standartlara, standartları geliştirebilmek için üretim destek sistemlerine (ERP, ICT, MES: Manufacturing Executing Systems) ve elbette insana yatırım yaparak mevcut süreçlerimizi ideal durum getirmeli ve akabinde kapasite artışı yatırımlarını planlamalıyız kanısındayım. Kısaca stratejimizi önce limanlar inşa etmeye odaklayalım, daha sonra büyük gemiler alırız !