Dış ticaret açığı hemen her ülkenin en öncelikli gündem maddelerinden biri. Ülke olarak satın aldıklarınız (Import), sattıklarınızdan (export) daha fazla ise bu durumda dış ticaret açığınız var demektir. Ekonomistler gibi teknik mevzuata girmeyeceğim ancak mühendisler gibi analitik bir yaklaşım ile üretim de verimliliğin, Lean olmanın hem firmaya hem de ülke ekonomisine nasıl katkı sağladığını kısa bir örnek ile açıklamaya çalışacağım. Az önce bahsettik; Eğer Import > Export ise dış ticaret açığı oluşur. O halde ne yapmalıyız ki dış ticaret açığını azaltalım. Cevap basit; Importu azalt, Exportu artır ! Peki bu nasıl olacak ? Arge, inovasyon konuları ile kendi teknolojimizi üretip elbette dış kaynaklara olan bağımlılığımızı azaltabiliriz. Bu zaten olmaz ise olmaz dediğimiz uzun vadedeli stratejik hedeflerimizden. Peki kısa ve orta vadede neleri yapabiliriz ? İşte asıl mesele burada başlıyor. Cevap;• Verimli olmak• Kaynakları etkin kullanmak Şimdi bu durumu açıklayalım. 1 Verimli olmak.Firmaların verimini ölçmek için OEE (Toplam Ekipman Verimliliği) dediğimiz bir göstergeden yararlanırız. WCM dediğimiz dünya sınıfı üreticilerdeki OEE göstergesi 0,85 ler seviyesindedir. Bizdeki OEE ortalaması ise (bazı firmalar hariç) sanıyorum 0,55 ler mertebesinde ya da aşağısındadır. Bunun anlamı şudur. Dünya 100 birim kaynağın 15-ini üretim süreçlerinde kayıp olarak harcıyor iken; bizler hemen hemen yarısına yakınını kayıplara harcamaktayız. Bir başka ifade ile ; • WCM-ler 100 birim kaynak ile 85 birim değer ya da 85 adet ürün elde ederlerken, ürün başına kullanılan kaynak miktarını (makine amortisman ve ham madde) düşürüyor, ürünü daha ucuza mal ediyor ve pazarda da rekabet avantajı elde ediyor.• Bizler ise; yine 100 birim kaynak ile 55 birim değer ya da 55 adet elde ederken, WCM-lere göre ürün başına kullanılan kaynak miktarını (makine amortisman ve ham madde) artırıyor, ürünü daha pahalıya mal ediyor ve pazarda da rekabet avantajını kaybediyoruz. Import : Makine / Ham maddeExport : Ürün • Makinenin arıza yapması hem makineyi üretemez duruma getirir hem de yedek parça gereksinimi doğurur. Her iki durumda da Import gereksinimi artar.• Üretimde fire olması demek daha çok ham madde girdisi ve yine daha çok makine kapasitesi kullanımı demektir. Yine bu durumlarda Import gereksinimi artar.• Exportun düşük olmasının nedenlerinden biri müşteri beklentilerini hız ve maliyet anlamında karşılanamaması gelmektedir. Eğer verim artırılır ise hem maliyet düşecek hem de hız artacaktır. Bu sonuçlar da doğal olarak Exportun artmasına etki edecektir. Kısaca LEAN ile daha verimli olabilsek daha az kaynak ile daha çok çıktı elde edebileceğiz. Günümüzde artık üretmek çok matah bir şey değil, herkes üretim yapabiliyor. Hemen herkes standart kaliteyi sağlayabiliyor. Kalite konusu artık konuşulmuyor bile – kaliteli olamazsanız zaten pazara bile giremiyorsunuz. Bir başka ifade ile kalite ilk ön koşul ancak yeter koşuş değil. Rekabette fark oluşturan asıl konu özellikle hız ve maliyet. Bir başka ifade ile verimli üretebilmek, hızlı / çevik olabilmek. Yani LEAN ve AGILE dediğimiz konsepti her alana uyarlayabilmek. 2. Kayakları etkin kullanmak. Bundan birkaç yıl önce Samsung firmasının Avrupa satış direktörü ile tanışmıştım. Kendisine, Güney Kore-nin son yıllarda gerek ekonomik gerek ise teknoloji anlamında dikkat çekici bir büyüme içinde olduğunu ve bunu nasıl başardıklarını sormuştum. Bana; Devletin, firmaları uzmanlık alanlarına göre segmentlere ayırdığını ve her firmanın olabildiğince kendi segmentinde uzmanlaşmasını, büyümesini destekliğinden bahsetti. Bu duruma göre firmaların sermayesi olsa dahi uzmanlık alanları dışındaki segmentlere yatırım yapmaları bir bakıma engellenmiş, mevcut yatırımlarını içinde bulundukları segmente kaydırmaları teşvik edilmiş. Bundan yirmi yıl önce Hyundai bilgisayar da üretirken bugün ağırlıklı olarak otomotiv segmentine yönelmesi, ya da Samsung yıllar önce kısmi olarak otomotiv sektöründe de var iken bu gün bir elektronik devi haline gelmesi bu stratejinin ne denli doğru olduğunu kanıtlar niteliktedir sanıyorum. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki en temel sorunlardan birisi moda endeksli yatırım konseptidir. Örneğin bir yerlerde bir yatırımcı pazarın gereksinimlerini analiz etmiş ve karar vererek bir fabrika ya da işletme açmış olsun. Bu yatırımcılar genelde pazara ilk giren olmalarından, işi iyi planlayıp etkin yönetmelerinden ve biraz da konjoktürel yapı sonucunda iyi sonuçlar elde ederler. Bu durum hemen diğer yatırımcıların dikkatini çeker ve bir çok yatırımcı aynı alanda fabrika, işletme açmaya başlar. Serbest piyasa koşullarında bu tercihler elbette sorgulanamaz ancak – gereğinden fazla üreticinin aynı segmente yatırım yapması belirli bir eşik seviyesine gelindiğinde yarardan çok zarar getirmektedir.Otomotiv sektöründe danışmanlık yaptığım sırada yıllar önce bir analiz yapmıştım. Ülkemizde plastik türevi komponenti ihtiyacı için gereken plastik enjeksiyon makinesi sayısı ile mevcut kurulu plastik enjeksiyon makinesi sayısını kapasite bazında karşılaştırdığınız zaman %40-lara varan oranda atıl kapasite olduğu sonucunu edinmiştim. Bir başka ifade ile kurulu 100 makineniz var ancak siz bunun sadece 60 adedini kullanıyorsunuz. Geri kalan 40 makine ise hem işletme sermayelerinin boş yere harcanmasına, hem ülke cari açığının artmasına hem de gereksiz rekabet unsuru oluşturarak segmentin gerekli yatırımları yapaması sonucunda ideal büyüme olgunluğuna erişememesine neden olmaktadır. Tahmini olarak ülkemizde 15-20 bin plastik enjeksiyon makinesi olduğunu ve ortalama makine birim fiyatı olarak 50.000 $ baz alırsak, atıl kapasitenin bize yatırım maliyetinin 300 Milyon $ ile 400 Milyon $ arası bir rakam olduğunu görebiliriz. Bu durum sadece bu segment için böyledir. Yüzlerce segmente ki atıl kapasiteyi, yanlış yatırımı hesaba katarsak bu rakamın oldukça ciddi boyutlarda olduğu görebiliriz. Oysa bir başka segmente ise bu durumun tam tersi geçerli olabilir. Olması gerekenden daha az sayıda üreticinin olması – ülke olarak bu segmente yeterinde güçlü olamamamıza etken olmaktadır. Bu durumda kanımca izlenmesi gereken stratejilerden birisi bu olmalıdır. Segmentleri, oyuncu sayısını, hedefleri ve kapasitelerini tanımlamalı, güçlü zayıf yönlerimizi belirlemeli, elimizdeki sermayeyi doğru, gereksinim olan alana doğru kaydırarak üretici enflasyonunu veya kısıtını dengeli bir şekilde koordine etmeliyiz. Aynen Güney Kore-nin yaptığı gibi.